2 Nisan 2014 Çarşamba

Roman Örgüsü (3/11)

Roman’ın örgüsüne gelince, klasik bir roman örgüsünden dem vurmak oldukça zor bu romanda. Geçmişteki olayların sonuçlarına katlanmak ve onların neden olduğu acıları çekmek zorunda kalan bir kişinin acılar içinde kıvranmasını izleriz roman boyunca: Romanın baş kahramanı Mahmut’un yaşamı artık karabasana dönüşmüştür. Onu hiç bir yerde yalnız bırakmayan kadim dostu yazarın da... Çünkü geçmiş peşini bırakmamaktadır Mahmut’un. Geçmişte yaşananlar döne döne, en umulmadık yer ve zamanda karşısına dikilivermektedir ve Mahmut bundan bezmiştir artık; çünkü öyle bir bezginlik ki bu, bunları tekrar tekrar yaşamamak için adeta geçmişe sığınmakta, geçmişte hareket etmekte, hayali bir dünyada  yaşamaktadır. Yazar bu durumu kitabın daha ilk paragrafında, “...geçtiğim bu ıssız yolun kilometre taşlarının kötü niyetli hayaletler gibi peşimden geldiklerini sandığım yetmezmiş gibi, aştığım bu kilometrelerin her biri bir önümdeydi sanki!” diye ifade eder. (s 5). Geçmişte yaşananların yükü o denli ağırdır ki Mahmut için, onları bir çeşit unutma zemininde durup durup yeniden yaşamakta, anlamlandırmaya çalışıp çözemedikçe bunalmakta, çaresizleşmekte, boşvermekte, hatta yaşarken kendini yok saymakta, ancak asla vazgeçmemektedir. Bu büyük karabasan dalgasının gelip Mahmut’u ve onunla birlikte yazarı da bulup etkisi altına alması, Mahmut’un babası Suat’ın ve onun babasının yaşam öyküsünden kaynaklanmaktadır. Bu geri plan bilgisi romanın en son sayfasına kadar her şeyi kontrol eden, her şeye kaynaklık eden bir konumda bulunmaktadır.
'Sağır Bellek', herkesin başına gelirmiş gibi, çok doğalmış gibi anlatılan acı dolu bir yaşam ve bu yaşamın kaçınılmaz sonucu olan somut ve soyut ölümlerden oluşur. Eser sadece ölümlerden ibaret değildir elbette; Suat’ın yaşam öyküsü okuyucuya Türkiye’nin 30'lu yıllardan 60'lı yıllara kadar olan sosyal yaşam kesitini, böylece ülkedeki demiryolları sistemiyle demiryolcuların yaşamlarını ayrıntılı bir şekilde aktarmaktadır. Bunu yaparken yazar, o camiayı yakından tanıyanları bile hayrete düşürecek ayrıntıları son derece basit, yalın, duygusallıktan uzak bir dille anlatır.
 Roman, Mahmut’un babasını şehrin uzağındaki bir hastaneye götürürken babasından öğrendikleri, hayalinde canlandırdıkları ile köhne bir evde muhtemelen yatay vaziyette kendisiyle ve geçmişiyle hesaplaşmasından oluşmakta... Bu uzun yolculuk sırasında Suat’ın anlattıklarından, Mahmut’un yalnız kaldığında kafasından geçen gerçek ya da çoğunlukla hayal ürünü düşlerinden ve Mahmut’un mantıklı, kendini kapıp koyvermemiş tarafı olan yazarın imalarından anlıyoruz ki, bu roman babalar ve onların oğullarıyla olan çoğunlukla belirsiz çelişkilerini ölüm ve aşk teması eşliğinde anlatmakta... Roman boyunca ölüm, aşk, babalık, babayı etkilediği anlamda kadın kavramları irdelenmekte... Tüm bunların yarattığı karabasanın ortasında yalnız başına kalan bir kişinin görkemli çıkışı, kurtuluşu gösterilmektedir. Sonuç olarak bu roman kendisiyle, geçmişiyle, ölüleriyle bir hesaplaşma içine giren bir kişinin korkusuz, çok duygulu, ama asla duygusal olmayan, okuyanı yüreğinden yakalayan, sade, hatta tuhaf  bir tarafsızlıkla aktardığı, içten, otobiyografik bir izlenim vermesine karşın okuyucuda bu izlenimi önceleri uyandırmayan, dahası okuyucunun kendi iç hesaplaşmasını birinci plana çıkaran, bir iç çatışma ve hesaplaşma efsanesi, bir ölüm ve aşk yapıtıdır. Öyle ki, roman Oscar Wilde’ı haklı çıkaracak şekilde sonlanır: “Tüm kadınlar annelerine benzer; onların trajedisi budur, hiçbir erkek babasına benzemez; bu da onların trajedisidir.” Mahmut bu trajediyi en yoğun şekilde yaşarken okuyucuyu da, özellikle çözümlerine ortak etmekte ve onu da kendisiyle birlikte değiştirmektedir.

Önceki Sayfa                                                                                             Sonraki Sayfa



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder